Perihan`IN sayfasI

İYİ Eğlenceler

PERİHANIN SAYFASI

Gunumuzden


NE 


YAPTI DA VERDİK BU NİŞANI ?
Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaz Suud, Türkiye tarafından Bakanlar Kurulu kararıyla Devlet Şeref Nişanı alan 8. yabancı devlet adamı oldu.
Devlet nişanı nedir ve neden verilir , önce bunu azıcık açalım ;
DEVLET MADALYA VE NİŞANLARI YÖNETMELİĞİ Madde 6 - Devlet nişanları ve verilme usulleri aşağıda gösterilmiştir. Devlet Nişanı: Türkiye Cumhuriyeti ile mensup olduğu devlet arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesini ve milletlerin birbirlerine yakınlaşmalarını sağlayan ülkelerin devlet başkanlarına verilen altın semboldür. Bu nişan Bakanlar Kurulu Kararı ve Cumhurbaşkanının tevcihi ile verilir. ( Dayandığı Kanun Tarihi - No: 24/10/1983 - 2933 )
PEKİ....NE YAPTI DA VERDİK BU NİŞANI ?Ankara'ya geldiğinde Anıtkabir'i ziyaret etmediği için mi ? Kaldığı otel odasında kendi resmini asıp, kendi bayrağını koyup orayı kendi toprağı gibi görerek Cumhurbaşkanı'nı ve Başbakan'ı görüşme için ayağına çağırdığı için mi ?
Acaba Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni hala tanımadığı için mi ?
Suudi Arabistan'da, çok az kalmış Osmanlı eserlerini (Ecyad Kalesi, Hz. Muhammed'in kabrinin hemen yakınındaki Türk çarşısı , Arif Hikmet kütüphanesi gibi ) yıkarak Osmanlı izini silmeye çalıştığı için mi ? 1960'lı yıllarda Harem-i Şerif Camisi'nin de Osmanlı eli değmiş her eseri revaklar haricinde yıkıp Memluk mimarisine göre yeniden inşa ettiği için mi ?
Halkının önemli bir kısmı sefalet içinde yaşarken böyle lüks bir hayat sürdüren bir adam, bize ne hizmet etmiş ola ki Devlet Nişanı veriyoruz.
Yoksa..Yoksa bilemediğimiz veya göremediğimiz başka bir husus mu var ?..
Yazık oluyor bu Ülkenin ve bu asil Türk Milleti'nin itibarına... YAZIK ....
2007-11-11 11:50:59
Nihat Semerci

 Sayın Başbakan,

Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının teriyle genç yaşta gemi aldı... Diğer oğlunuz Bilal Dünya Bankası'ndaki başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile iltifatlarına mazhar oldu...
İkisi de pırlanta gibi , Allah bağışlasın...

Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında nasıl içi titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz...

Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl geçirir,Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca geceyi gündüze nasıl ekler, saatbaşı haberlerini nasıl içi içini yiyerek seyreder, telefonda konuştuğunda "Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et baba" diyen oğluna ne cevap
verir, bilmiyorsunuz...

Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu... Güneydoğu'da deniz yok,
Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır, yakışık almaz... Yani
Burak güvende... Allah bağışlasın...

E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya Bankası'ndaydı... Şimdi ise Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için the Brooking Institution'da... İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın Osman Baydemir'i ağırlamıştı,hatırlatırım... Yani sözün kısası Bilal de Washington'da,güvende... Allah bağışlasın...

O yüzden de " Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz" diyen bir vatandaşa gönül rahatlığıyla "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim" diyebiliyorsunuz...

Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de sizin
"Canım kardeşim" diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin verdiği
samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum.
Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" dediğiniz için, şehitlere "kelle" dediğiniz için hiç mi utanmıyorsunuz?

Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar etmeyi, hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?

Artık neredeyse hergün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir ağızdan sizi ve bakanlarınızı yuhlarken ne hissediyorsunuz? Yani mesala, "Yan gelip değil, can verip yattılar" diye bağırırken binlerce kişi , " Yer yarılsa da içine girsem" diyebiliyor musunuz?

Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken yüzünüzü neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?

İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dörtbuçuk yılın sonunda gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz?

Şimdi sürekli "şehitlik üzerinden siyaset yapmayın" diyorsunuz ya meydanlarda...
Peki o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri ile gazilere TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu durumda asıl siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?

Sayın Başbakan , bir baba olarak soruyorum size ... Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz? Kelle
deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz? O mağrur çocuk bakışlı erler,
onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların "Vatan Sağolsun" derken
titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor?

Bir "canım kardeşiniz" olarak olanca samimiyetimle soruyorum .Bu kadar
sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?

Ha, bu arada... Bir oğlunuz ,Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi ... Diğeri Burak, hani alnının teriyle gemi alan ise çürük raporu almış...Askerlik yapmayacakmış...

Ne diyeyim...Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar... Allah bağışlasın...

Melike İlgün
KANALTÜRK

Tanrı dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış her birine ikişer erdem vermiş... İsviçrelilere ; Düzenlilik ve Yasalara saygı ...
İngilizlere ; Soğukkanlılık ve asalet ... Japonlara ; Çalışkanlık ve Sabır ... İtalyanlara ; Neşe ve Romantizm .... Fransızlara ; Şarap ve güzel yemekler Türklere ; Zeka ve Dürüstlük ve Tayyip sevgisi ....
Meleklerden biri bu dağıtımdan sonra Tanrı'ya sormuş ? 'Bütün uluslara ikişer erdem verdiniz ama Türklere üç tane'. 'Evet ama' demiş Tanrı 'sadece ikisini kullanabilecekler'
- Böylece; Bir Türk zeki ve Tayyip ci olduğu zaman dürüst olmayacaktır...
Bir Türk dürüst ve Tayyip ci olduğu zaman zeki olmayacaktır...
Bir Türk hem zeki hem de dürüst olduğu zaman Tayyip'ci olmayacaktır...

 

 

ANLAYANA
Adamin biri bara girer ve kendisine bir içki söyler.Barmen bir robottur. Adama mükemmel hazırlanmış bir kokteyli çabucak servis yaparken sorar:
-IQ'un kac?
-Adam '150' diye cevaplar..
Robot adamın IQ seviyesine göre sohbete başlar, uzun uzun Quantum fiziği,küresel ısınma, biyoteknoloji, ekonomi,insanlığın seksüel gelişimi üzerine konuşur...
Adam robotun bilgisinden etkilenerek kendi kendine
-Bu gercekten inanilmaz, diye düşünür, ve robotu denemeye karar verir.
Bardan kalkar, tekrar kapıdan girer bara gelir ve yeni bir içki söyler. Robot yine mükemmel hazırladığı içkiyi çabucak servis yapar ve sorar:
-IQ'un Kaç?
Adam -100 civari diye cevaplar.
Robot bu kez uzun uzun sohbete başlar ama bu kez futbol, borsa,arabalar,rakı ve göüsler hakkında sohbet açar.
Çok etkilenen adam robotu bir kez daha test etmeye karar verirve
tekrar kalkar. Yeni bir müşteri gibi bara yaklaşır bir içki daha söyler.
Robot cabucak servis yaparken sorar:
-IQ'un kac?
Adam,-mmm, sanırım 50 civarı der.
Bunun uzerine robot, adama son derece yavaş bir biçimde şu cevabi verir:
- Ya...ni... Yi..ne.. Ta.yy.ip'e oy ve...re...ceksin. ..de...se. ..ne

1906.jpg

1897-1961)HASAN ALİ YÜCEL )

 BİR ZAMANLARIN BÜROKRATLARI
2. Dünya savaşı yıllarında Gazi lisesini bitiren iki genç, okulu bitirir bitirmez yurt dışında okumak için gençlerden birinin babası olan M.E.Bakanı na gitmişler.
Bakan, çocukları dinlemiş ve oğlunu dışarı çıkartıp, arkadaşına şunu demiş.
" Ben Milli Eğitim Bakanıyım, eğer oğlumu yollarsam bu yakışık almaz ama seni yollayacağım."
Bu çocuk savaş yıllarında Alman elçisinin uçağıyla Almanya'ya okumaya uçarken , bakanın oğlu olan arkadaşı da onu uğurlamaya gelmiş ve bütün lise hayatı boyunca biriktirdiği harçlığınıçıkarıp vermiş arkadaşına;
"Buna benim artık ihtiyacım olmayacak, sen kullan" diye
O UÇAĞA BİNEN ÇOCUĞUN ADI
Gazi Yaşargil (Prof.Beyin cerrahı)
BAKANIN OĞLU İSE
Can Yücel

 


KİM BUNLAR ( Lütfen okuyun)

MEYDANLARA çıkan insanlar, sanki uzaydan gelmiş yaratıklarmış gibi, hem
Türkiye'de, hem dışarıda merak uyandırdılar.
Sordular:
"Kim bunlar?.."
Batı medyası bu yüzden meydanlardaki görüntüyü birinci haber olarak verdi,
izleyen Batılılar şaşırıp öyle baktılar. Bizim gazetelerde ise meydandakilerin
tanımı, ya da analizi yapılıyor.
Bakıyorlar:
"Bunlar kim?.."
Onlar; meydanda gözüksün gözükmesin, gazete okuyanlar.
Yazılı medyanın toplam tirajı 5 milyonsa, bir gazeteyi üç-beş kişi okuyorsa, eh
işte o kadar...
Onlar; Ti-Vi dizilerinden önce "haberlere" de bakarlar.
Ortalama çocuk sayıları; iki, bilemediniz üç.
Holdingleri, bankaları, yabancı sermaye ile ortaklıkları, sermaye örgütleri yok.
Zaten çok paraları da olmaz.
Bilgisayarları vardır.
Tarikatları, dergáhları, şıhları da olmaz onların.
İnançları yüreklerinde, duaları sessiz, ibadetleri gösterişsiz, dinin iyi ahlak
olduğunun bilincindedir onlar.
Dinlerini çıkarları için, siyasi ya da ticari sermaye olarak kullanmaktan
utanırlar.
Peygamber'e de laf söyletmezler, Atatürk'e de.
Onlar; bir torba nohuta-makarnaya satılmazlar.
Akılları vardır.
Toplumun aptal yerine konulduğu iç politikalar karşısında canları sıkılır,
onursuz dış politikalar karşısında gururları kırılır.
Sahtekár, ikiyüzlü, kaypak değildir onlar...
Hırsız ve yağmacı iktidarlarla suç ortağı olmazlar.
Merhametlidirler.
Ama mangal gibi yürekleri...
İhanete tepkileri...
Bayrağa sevdaları...
Cumhuriyet'e inançları...
Türkiye hálá ayakta duruyorsa, kutsal Anadolu devrimine sadakatleri vardır
onların...
Türkiye'dir onlar...
BEKİR COŞKUN

DIGER SAYFA ICIN TIKLAYIN
Bugün 48 ziyaretçikişi burdaydı!
Saniyedir bu sayfadasınız...