Perihan`IN sayfasI

İYİ Eğlenceler

PERİHANIN SAYFASI

Yasama dair 4



s_f_r.jpg



Birlikte bir kahve içelim mi?

Her kahve aynı tadı taşımaz

Nerde içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir.
Sahilde oturduğun bir sonbahar günü en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahve kederlidir

Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır.

Bir pazar öğle sonrası annenin:
"Hadi bir kahve yapda içelim" dediği kahve huzurludur.Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir.

Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır...Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın...çıktığın an uyuyakalırsın...Ferahlıktır!!!

Dostlarla içilen kahve neşelidir...kahkahalar köpükleri üzerinde yüzer.
Tek başına balkonda içilen kahve yalnızlıktır...
Acıdır tadı...
Ama garip de bir keyfi lezzeti vardır...

Baban için yaptığın kahve,sevgi doludur...
Çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcacıktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır...
Isıtır insanın içini...

Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni...
Kendine getirir,unutturur günün ağırlığını...

Kahve aynı kahvedir belki.Köpüğle,rengiyle,dumanıyla aynı kahvedir ama içilen kahveler ruhun süzgecinden geçer ve tatları değişir.

Dostlukla yudumlayacağımız bir kahve molası vermeye ne dersiniz???
Kahveniz nasıl olsun? 



AFFETMEK
Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte
bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin." Öğrenciler bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır
olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine
meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:
"Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates
alın,o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler torbalarına üçer*beşer tane patates koyarken,bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine
ikinci açıklamasını yapar:
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda
taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken
sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış
olan öğrenciler şikayete başlarlar:
* "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
* "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle
bakıyorlar bana artık"
* "Hem sıkıldık, hem yorulduk..."Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize
yaptığımız bir iyiliktir..


İclal Aydın'dan...

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.
Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri.
Sonra artıyor.
Kaşımak da bir zor ki kulağın içini.
Bir türlü geçmiyor.
"Ne yapsam acaba?" diyorum.
Günler geçtikçe daha da artıyor.
Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum
"Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N'oldu ki?" diye
soruyor
arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri,
kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi.

"Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini
iyileştirir."
Gidiyorum doktora.
Gözlüklü, şirin bir amca.
Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.
Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne
anlayacaksınız ki?"
""Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek İçin
bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum.
"Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor.
Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor.
"Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana. Biraz irkiliyorum.
"Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı
acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum.
Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor.
"Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş? Hangi yalan peki?" diyorum.
"Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım. Tekrar kulağınıza
kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız."
Yalanı tüpün içine koyuyor.
Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.

"Yalanmış ha?" diyorum.

Kulağım bile anlamış, kalbim hala anlamıyor...



Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.

Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti. Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı. "Bitmeli dedi içinden, her gün bu tatsız uyanış bitmeli." Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu.
Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de bekletmemeliydi.

İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; "Bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor. Onlar bile ağlyor halimize..."

BULUŞMA VAKTİ...

Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü. Şimdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Beşiktaş'a geçtiler. Yolculuk sırasında hiç konuşmadılar. Genç kız, sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti. Nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının çalacağını...

Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafede oturdular. Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini:
- Bana bir şey mi söylemek istiyorsun, diye sordu. Genç adam, gözlerini kaçırarak:
- Evet, dedi. Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek:
- Söylesene, ne diye bekliyorsun, dedi. Genç adam içini çektikten sonra:
- Sence biz nereye kadar gideceğiz? diye sordu. Genç kız:
- Bunu sorma gereğini niye duydun? diye yanıt verdi. Genç adam söze başladı...
- Birkaç ay önce akşam 23:00 civarında sana telefon açıp senin için yazdığım şiiri okumak istemiştim. Sen bana "Sırası mı şimdi canım yaa, işin gücün yok mu? demiştin. Biliyor musun o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim kendimi. Özür dileyip telefonu kapatmıştım. Daha sonra da bu şiiri benden hiç istememiştin. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meral'in "Sen şanslısın, sevgilin sana bakar" sözüne "İşim yok da sana mı bakacağım, annen baksın" demiştin. Hatırladın mı?''

DUYGUSALLIĞI SEVMEM...

Genç kız:
- Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum. Hem hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez, diye yanıtladı. Genç adam güldü:
- Evet canım haklısın. Zaten olmak istesen de bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın. Genç adam devam etti:
- Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? Hiç... Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin. Ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun. Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, her akşam, her gece yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.

Genç kız anlamıştı:
- Yani ne istiyorsun benden şair olmamı mı? Genç adam tekrar gülümsedi içinden. Dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü.
- Hayır, dedi. Şair olmanı istemiyorum. Olamazsın da... BİZ AYRILMALIYIZ. Ayrılırsak ikimiz için de en hayırlısı olacak. Genç kız şaşırmıştı:
- Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum. Genç adam iç çekerek:
- Hayır canım, sen beni sevdiğini sanıyorsun. Eğer beni sevseydin şimdi başka şeyler konuşuyor olurduk, dedi. Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek:
- Sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyorsundur... dedi.
Genç adam:
- Nasıl böyle bir şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da olacağını sanmıyorum, yanıtını verdi.

Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancıydılar. Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra genç kız:
- Kalkalım istersen, dedi. Genç adam:
- Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin, diye yanıtladı. Genç kız:
- Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim, diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu. Genç adam:
- İstersen arkadaş kalabiliriz, dedi ve birbirlerine son kez sarıldılar...

"BEN DOĞRU YAPTIM..."

Genç adam doğru yaptığına inanıyordu. Eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi. Odasına girdi. Gece bitmek bilmiyordu. Sabah erken kalkıp işe gidecekti, uyumalıydı. Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.

Sabah 7'de saatin ziliyle uyandı. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı. Yorgun olduğu için duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj sevgilisindendi. Heyecanla mesajı açtı, şunlar yazıyordu:

SADECE ONLARI SEVMEYİ SEVDİM,
HEPSİNİ ONLARSIZ YAŞADIM DA,
BİR SENİ SENSİZ YAŞAYAMIYORUM,
BU AŞKI TEK KALPTE TAŞIYAMIYORUM,
SANA YEMİN GÜZEL GÖZLÜM, BİR TEK
SENİ SEVDİM,
VE SENİ SEVEREK ÖLECEĞİM, ELVEDA BİRTANEM...

Genç adam şaşırmıştı. Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın beşinde yazmıştı. Heyecanla onu aradı, telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam:
- Nalan'la görüşebilir miyim? dedi. Ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de...
- Ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti. Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu. Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. Yavrum kendini asmıştı....

YIĞILIP KALDI...

Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi. Olduğu yerde yığılıp kaldı...

Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede. Doktarlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyordu. Doktor yanıt verdi:
- Haaa o mu? Üç ay önce getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş. O günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış. Devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim. O uyurken gönderdiği numarayı aradım. Numara 3 ay önce iptal edilmiş. Gelen mesajlarda bir şiir var. Bu adam duygusal mı bilmem ama benim anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş...




UNUTMA
Senden bir tane daha yok bu dünyada ve seni sen olduğun için sev
Gülümsemeyi asla unutma
Gözlerinin içi gülsün gülerken,bakışların pırıl pırıl olsun ve her zaman nemli kalsın
göz pınarların.
Unutma ; kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi ve ondan sonra da kendini
sevip kendine sarılmayı,
Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarından biri olduğuna,
Acıların ve felaketlerin ancak onun koynunda uyuyabileceğini unutma.
Unutma:
Başına gelenlerin günün birinde kişisel tarihinin ayrıntılarından biri olmaya mahkum
olacağını unutma.
Her çiçek sevgilin olsun,her sevgilin ise bir çiçek.
Açık tut gönlünü tüm güzelliklere.YasaKlar,günahlar,yasaklar sen olduğun için vardır.
seherin bereket gönderdiği gecelerde uyuyarak çalma hayattan saatlerini.
Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma.
İçinde hiç ölmeyecek bi gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol,her zaman
yirmibeş yaşında kalman gerektiğini unutma.
Asla taviz verme seni sen yapan yanlarından,
Onurlu bir yaşam sürebilmen için şartlar ne olursa olsun direnmeyi sakın unutma.
İçindeki seni katletmeye kalkma sakın.
Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağını unutma.
Korkma mahallenin delisi olmaktan,
Doğrucu davutlar ne kadar çoğalırsa mahallende,hayat mutlaka daha iyiye gidecek-
tir unutma.
Hatanın affedilmeyecek olanından kaç,ama hata yapmayayım diye de yakıp geçme
yıllarını.
Unutmaki, hiç hata yapmayan bir insan yapabileceklerinin en iyisini yapamamış
demektir hayatta.
Korkma insanca korkularından;
Ve korkunun kendisinden çok, onun beklentisinin daha korkurucu olduğunu unutma.
Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın
her adım.
Açık bırak pencereni ve sabah güneşinin rüzgarı önüne katarak perdelerle yapacağı
raksa dönük olsun bakışların.
Küçük mutlulukların gölkemine inandır kendini ve gülümse,
Umutların bitmesin asla ve umutların bittiği yerin, hayatında bittiği yer olacağını
asla unutma.
Ve şaire kulak ver :
" Senden bir tane daha yok bu dünyada"
Gülümsemeyi ve yaşamayı asla unutma.








ilerikx2.gif

 
Bugün 169 ziyaretçikişi burdaydı!
Saniyedir bu sayfadasınız...